ü
Bizi Görmek İstedikleri Gibi Değilsek Canları Sıkılırİnsan, yalnızca kendi aynasında değil, başkalarının gözlerinde de var olmaya çalışır. Çocuklukta başlar bu durum. Anne babanın bakışlarında şekilleniriz, öğretmenlerin sözleriyle kıyıya vururuz, arkadaşlarımızın kabulüyle var olduğumuzu sanırız. Derken büyürüz ama o ilk alışkanlık baki kalır. Başkalarının zihninde bir suretimiz vardır ve o surete uymadığımızda düzen bozulur.
Kim olduğumuz kadar, kim olmamız gerektiğine dair beklentiler şekillenir. Ailemiz, dostlarımız, toplum… Bizi belli bir kalıba sokar, o kalıbın dışına taşarsak canları sıkılır. Bize biçtikleri rollerin dışına çıkmamız onların dünyasını sarsar. “Sen böyle biri değildin” derler, “Ne değişti?” diye sorgularlar. Oysa değişmek, büyümenin en doğal halidir. Aynı kalmak mı tuhaftır, değişmek mi?
Tarih boyunca insanlar, kendilerini görmek isteyen gözlerle mücadele etmişlerdir. Sokrates, ahlakı bozan ilan edildiğinde, aslında düşünmeye cesaret eden biriydi. Galileo, dünyanın dönmediğini iddia edenlerin gözünde bir sapkındı. Van Gogh, yaşarken anlaşılmayan bir deli, ölümünden sonra bir deha olarak kabul edildi. Kendi yolunu çizenler, her çağda başkalarının huzurunu kaçırdı. Çünkü kalıpların dışına taşan her insan, diğerlerine de kendilerini sorgulatır.Günümüzde de durum farklı değil. İnsanların bizden beklediği gibi olmamız istenir. Meslek seçerken, evlenirken, çocuk yetiştirirken… Her konuda toplumun bizden bir beklentisi vardır. O beklentileri karşılamazsak dışlanır, eleştiriliriz. Sosyal medyada bile, başkalarının görmek istediği hayatı sergilemek zorundaymışız gibi bir baskı var. Filtrelenmiş mutluluklar, sahte gülümsemeler, olmak zorunda olduğumuz insanlar…
Ama en büyük cesaret, başkalarının görmek istediği değil, kendi olduğumuz gibi kalabilmektir. Çünkü en nihayetinde herkes kendi gözleriyle görür dünyayı. Bizi biz yapan, o gözlere göre şekil almak değil, kendi bakışımızla yol almaktır.
Ve unutmamak gerekir ki canlarını sıksak da en gerçek halimizle var olmak en büyük özgürlüktür.