Bazen bir sokakta yürürken hiç beklemediğimiz bir insanla karşılaşırız, bir kitabın kapağını açtığımızda tam da o an ihtiyacımız olan cümleyle göz göze geliriz ya da eski bir şarkı, unutmaya çalıştığımız bir hatırayı tam da en savunmasız anımızda kulağımıza fısıldar. Bunlar rastlantı mıdır? Öyle görünür belki ama gerçekten öyle mi?
Rastlantı, plansız ve öngörülemez olanı ifade eder. Ancak bir şeyin gerçekten tesadüfi olup olmadığına karar vermek için onun ardındaki bağlantıları görmek gerekir. İnsan zihni, düzen arama ve anlamlandırma eğilimindedir. Bir olayın başka bir olayla ilişkisini kurmak, kaotik görünen dünyada bir anlam ağı oluşturmak içindir. Ancak kimi zaman öylesine bir düzenle karşılaşırız ki bunun salt bir rastlantı olamayacağını düşünürüz.
Carl Jung’un “senkronisite” kavramı burada devreye girer. Jung’a göre bazı olaylar, aralarında doğrudan bir nedensellik bağı bulunmasa da anlamlı bir şekilde örtüşür. Örneğin, tam da bir konuda karar vermekte zorlanırken bir dostumuzun ağzından çıkan bir cümle, içimizde düğümlenen sorunun yanıtı olur. Bunun mantıklı bir açıklaması olmayabilir, ama bizim için taşıdığı anlam büyüktür.
Hayatın, sadece düz bir çizgide ilerleyen nedensellik zincirinden ibaret olmadığını gösteren örneklerle dolu olduğunu fark ettiğimizde, rastlantıların aslında bir düzenin içinde yer aldığını görmeye başlarız. Bir kitabın tam ihtiyacımız olan sayfasını açmamız, sokakta karşılaştığımız eski bir dostun bize unuttuğumuz bir şeyi hatırlatması veya belirli bir rüyanın ertesi gün yaşadığımız bir olayla örtüşmesi. Bunların hiçbiri salt birer tesadüf değildir.
Belki de rastlantılar, bize görünmez iplerle bağlanmış bir hikâyenin ipuçlarıdır. Olayların bize bir şeyler söyleme biçimi ya da kendi bilinçaltımızın, göz ardı ettiğimiz gerçekleri su yüzüne çıkarmak için yaptığı bir hamledir. Ne olursa olsun, eğer dikkatlice bakarsak her olayın içindeki anlamı görebiliriz. Çünkü rastlantılar, sadece yüzeyde rastgele görünür aslında hepsi, büyük bir bütünün içinde yerini çoktan almıştır.