İnsanlık tarihi, büyük keşiflerin ve düşünsel sıçramaların çoğunu boş vakit sayesinde gerçekleştirmiştir. Av peşinde koşan, toprağı sürmek için gün doğumundan gün batımına çalışan veya fabrikada bant sistemi içinde kaybolan bir insanın derin düşüncelere dalacak vakti olabilir mi? Uygarlık, sadece çalışarak değil, aynı zamanda durarak, düşünerek, hayal kurarak ve sorgulayarak gelişmiştir.
Eski Yunanlılar, boş vakti sadece tembellik değil, öğrenme ve entelektüel gelişim için bir fırsat olarak görmüşlerdi. Antik filozoflar, bilimin ve sanatın temellerini atarken toplumun yükünü taşıyan köleler ve işçiler vardı. Ne acıdır ki, uygarlığın gelişimi büyük ölçüde bazı insanların boş vakte sahip olmasına, diğerlerinin ise bu lüksü sağlayacak şekilde çalışmasına bağlı olmuştur.
Sanayi Devrimi ile birlikte boş vakit kavramı büsbütün değişti. Fabrikalar, saatleri ve zaman çizelgelerini dayattıkça, insanlar sürekli çalışmaya programlandı. Modern toplum, teknolojik ilerlemeler sayesinde daha kısa sürede daha fazla üretim yapabilse de bu kazanımı insanlara eşit şekilde dağıtmak yerine onları daha fazla çalışmaya itti. Günümüzde birçoğumuz için “boş vakit” televizyon karşısında geçirilen pasif saatler veya sosyal medyada kaybolmak anlamına geliyor. Oysa ki boş vakit, zihni besleyecek bir alan olmalı, yaratıcı düşüncenin, sanatın, felsefenin ve yeniliklerin doğduğu bir zemin sunmalıdır.
Ünlü matematikçi Henri Poincaré, en büyük keşiflerini yoğun çalışmalarından sonra verdiği kısa molalarda yaptığını söyler. Darwin, günde sadece birkaç saat çalışır, geri kalan zamanlarını yürüyüş yaparak, düşünerek ve gözlemleyerek geçirirdi. Nietzsche, “Yalnızca yürüyerek düşünceler üretebilirim,” diyerek hareket ve boş zamanın düşünce üzerindeki etkisini vurgulamıştır.
Boş vakit, sadece bireysel gelişim için değil, toplumların refahı için de gereklidir. Bir toplum, insanlarına yalnızca çalışmayı değil, düşünmeyi, sorgulamayı ve hayal kurmayı da öğretebildiğinde gerçekten ilerleyebilir. Bugün birçok insan kendini sürekli bir koşuşturmanın içinde buluyor. Peki, bu hız içinde gerçekten neye ulaşıyoruz? Çalışmak bir araçtır ama nihai amaç değildir. Uygarlık, insanın sadece çalışan bir varlık olmadığını aynı zamanda düşünen, hisseden ve üreten bir varlık olduğunu kabul ettiği zaman gelişecektir.
Öyleyse durmak, düşünmek ve bazen hiçbir şey yapmamak... Belki de uygarlığın en büyük sıçramaları, tam da bu “boş” anlarda filizlenmiştir.