Ölmüş Olduğunu ve Yaradan’ın Kendisini Affettiğini Düşündü
Bir an için hayatın sona erdiğini ve kendinizi bambaşka bir yerde bulduğunuzu hayal edin. Ölmüşsünüz. Tüm dünya arkanızda kalmış. Tüm korkular, umutlar, pişmanlıklar, tutkular… Hepsi bir sis gibi dağılıp gitmiş. Geriye sadece siz ve hatıralarınız kalmış. Ve bir ses duyuyorsunuz; Yaradan’ın yargılayan ama bir o kadar da merhamet dolu sesini. “Seni affettim.”
Affedildiğinizi düşünmek nasıl bir his olurdu? Rahatlama mı, şaşkınlık mı, yoksa derin bir mahcubiyet mi? Hayatta yaptığınız her şeyin bir şekilde bağışlandığını bilmek, bir ömür boyu taşıdığınız yüklerin bir anda sırtınızdan alındığını hissetmek. Bu, insanın varoluşuna dair en derin sorularından birinin cevabı olabilir mi?
Ama bir soru daha gelir hemen arkasından: Neden affedildim? Yaşadığınız hayat buna değer miydi? Affedilmek, kusurlarınızın üzerini kapatan bir armağan mıydı, yoksa eksikliklerinizi aşma çabanızın ödülü müydü?
Hayat bir sınav gibi gelir çoğu zaman. Her adımda doğru ile yanlış arasında bir tercihle karşı karşıya kalırız. Fakat kimse kusursuz değildir. Hepimiz hata yaparız. Bazen bilerek bazen fark etmeden. Peki ya bu hatalar, insanlığın kaçınılmaz bir parçasıysa? Ya affedilmek, o hataların ötesine geçebilme potansiyelimize duyulan bir güvense?
Ölmüş olduğunu ve Yaradan’ın seni affettiğini düşünen bir insanın aklından geçenler, belki de hayatın özüne dair en derin hakikatleri barındırır. Çünkü affedilmek, sadece bir bağışlama değildir. O, aynı zamanda bir yeniden doğuş, bir arınma, bir anlam bulma halidir. İnsan, bu dünyada hep bir şekilde tam olmayı arar. Ama tam olmak, belki de kusurlarımızla barışmayı öğrenmektir.
Affedildiğini düşünen bir insan, hayatını yeniden gözden geçirir. Belki de o an, yaşarken fark etmediği detayları görmeye başlar. Küçük iyilikler, rastgele bir gülümseme, zor zamanlarda gösterilen sabır… Affedilmek, bir yandan bu güzellikleri fark ettirirken, diğer yandan da daha iyisi olabilirdim düşüncesini getirir. İnsan, affedildiğini düşündüğünde, eksikliklerini kabul eder ama aynı zamanda potansiyelinin farkına varır.
Affedilmek, aslında en çok kendimizi affetmeyi öğrenmekle ilgilidir. Belki de Yaradan’ın affı, bizi affetmesi değil, kendimize olan öfkemizi dindirmemiz için bir işarettir. Çünkü en büyük yük, kendi hatalarımıza karşı beslediğimiz acımasızlıktır.
Ölmüş olduğunu ve Yaradan’ın seni affettiğini düşünmek, bir son değil, bir başlangıçtır. Yeni bir anlayış, yeni bir bakış açısı… Affedilmek, varoluşun ağırlığını hafifletir ve insanı, hayatta gerçekten neyin önemli olduğunu düşünmeye iter. Sevgi, şefkat, sabır ve paylaşma… Belki de affedilmek, bizi bunların değerini fark etmeye çağıran bir davettir.
Sonunda, affedildiğini düşünen bir insan şunu anlar: Hayatın en büyük armağanı, o hayatı anlamlandırma şansıdır. Affedilmek, yalnızca geçmişi geride bırakmak değildir, aynı zamanda yeni bir umudu kucaklamaktır. Belki de Yaradan’ın affı, insana en başından beri verilmiş bir armağandır. Ve asıl mesele, o armağanın kıymetini hayattayken anlayabilmektir.