İnsanların Çoğu Yaşanmamış Bir Hayattan Ölüyor
Bir insan, yaşamının sonunda, gerçekten ne kadar yaşamış olabilir? Bu soruyu sorarken, birçoğumuz yaşamdaki yılların sayısını değil, o yılların içine sığdırılan deneyimlerin, hislerin ve düşüncelerin derinliğini kastederiz. Ancak ironiktir ki, çoğu insan, kendisine biçilen ömrün büyük bir kısmını, bir tür uykuda geçirir. O uykunun adıdır, konfor.
Konfor büyüleyicidir. Rahat bir ev, sabit bir iş, her gün aynı saatte içilen kahve… Bu rutinin görünmez bir kafesi vardır. İçine adım attığınızda, dışarısındaki dünyanın sertliğini unutursunuz. Ama bu unutma hali, bir bedel ödetir: Yaşamın kendisini kaçırmak. Oysa yaşam, konforun ötesindedir. Yaşam, belirsizlikle mücadele etmek, kaybetmeyi göze almak, büyümek için acıyı kucaklamaktır.
Çoğu insan hayatta tecrübe dedikleri şeyi yaşamış değil, yalnızca buna katlanmış olabilir. Yaşamı yalnızca geçip giden bir zaman dilimi olarak görüyorsak, onun bizim için gerçekten bir anlamı olmuş mudur? Bir dağı fethetmek yerine, o dağı uzaktan seyretmeyi tercih etmek, bir kenti sadece turist rehberinden tanıyıp sokaklarında kaybolmamış olmak, bir sevdayın tam ortasına atlamak yerine, onu zihnin köşesinde bir ihtimal olarak saklamak... İşte yaşanmamış hayatlar, bu cesaretsizliklerin toplamıdır.
Peki neden bu kadar korkarız yaşamaktan? Cevap basit aslında. Hata yapmaktan korkarız. Toplum bize, başarının kutsandığı ve hataların hor görüldüğü bir model sunar. Oysa en büyük öğrenmeler, hatalardan gelir. Bir çocuğun yürümeyi öğrenmesi, düşmekten geçer. Bir sanatçının şaheser yaratması, sayısız eskizle mümkün olur. Yaşam da böyledir. Cesur adımlar atmadan, derin yaralar almadan yaşanmaz.
Bunu en çarpıcı biçimde, filozof Henry David Thoreau'nun sözlerinde buluruz: “Çoğu insan, sessiz bir çaresizlik içinde yaşar ve mezarına şarkısız gider.” Buradaki çaresizlik, kendi hayatının yazgısını ellerine almaya cesaret edemeyenlerin çaresizliğidir. Ama yaşam, tam da bu çaresizliğe meydan okumaktan ibarettir. O şarkıyı söylemek, hatalarla dolu bile olsa, kendi melodini yaratmaktır.
Yaşamaya dair cesaret, çoğu zaman küçük anlarda gizlidir. Yeni bir dil öğrenmek, hiç tanımadığınız biriyle bir sohbet başlatmak, çocukluk hayalinizi gerçekleştirmek için adım atmak... Bu küçük eylemler, yaşamın dokusunu oluşturur ve ona anlam katar.
Belki de hayatın özü, yaşamın bir performans olmadığını anlamaktır. Hayat, bir serüvendir. Bazen büyük zaferler, bazen ise derin hayal kırıklıkları getirir. Ama bir insan, bu serüvenin sonunda, yaşanmış bir hayatın iziyle giderse, sessizlik yerini bir şarkıya bırakır. Ve o şarkı, yaşamın kendisidir.