Kendimden Kendime
Bir yılan, süzülerek bir evin garajına girer. Sessizce ilerlerken, bir rafı sarsar ve rafta duran testereyi düşürür.Yılan düşen testereye, refleksle kuyruğunu vurur. Vurduğu yer küçük bir yara alır. Canı yanınca ise, testereye kızar ve onu ısırmaya kalkışır. Tabi ısırması ile ağzının fena halde yaralanması bir olur.
Neler olduğunu anlayamayan yılan, testerenin kendisine zarar verdiğini gördüğünden, testereyi öldürmek üzere var gücüyle onu çepeçevre sarar. Elbette bu hareket canını daha çok yakar.
Testereyi boğabileceğini düşünerek ona daha da sıkı sarıldıkça, her yanı kesilir ve feci şekilde can verir.
Öfke zehri kendin içip, başkasının ölmesini beklemektir, demiş Lao Tzu…
İlkokula, evi tam karşımızda olan Murat adında mahalleden bir arkadaşımla birlikte başlamıştık. Şansımızdan aynı sınıfa düşmüştük. Okul eve yürüme mesafesindeydi. Her gün birlikte gidip dönüyorduk. Hem mahalleden hem okuldan olan oyun arkadaşımla iyi anlaşıyor, onu seviyordum.
Günler geçti ve karne günü geldi. İşte o karne günü, Murat beni o güne kadar hissetmediğim iki duyguyla tanıştırdı. Suçluluk ve korku…
Hatırladığım kadarıyla o dönem, öğretmenler karne dağıtırken sesli olarak adınızı söylüyor size karnenizi verirken, takdir veya teşekkür aldıysanız da sesli olarak bunu sınıfa duyuruyordu. Ben takdir almıştım. Sınıftan çıkışımızı hatırlamıyorum ama yol boyunca Murat’ın hızlı adımlarla, koşarcasına yürüdüğünü ve benim de arkasından ona yetişebilmek için koşturduğumu hatırlıyorum. Murat yol boyunca benimle konuşmadı. Eviminiz önüne geldiğimizde ise bana doğru döndü ve büyük bir öfkeyle;
-Görürsün seneye bende takdir alacağım, dedi.
Sonra da arkasını dönüp bir hışımla evine girdi. Arkasından sokağın ortasında kalakaldım. Çok ama çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Onu sinirlendiren şeyi anlamamıştım. Bana dönük öfke duygusuyla, ilk kez karşılaşıyordum. Şaşkın bir halde olan biteni anlamaya çalıştım. Takdir belgesinden söz etmişti, demek ki o alamamıştı. Benimde almamam gerekiyordu galiba. Onun almadığının farkında değildim ki ben. Benim için hiç bir anlamı yoktu üstelik. Elimde tuttuğum kağıt parçasından o an ölesiye nefret ettim. Tatili birlikte oyun oynayarak geçireceğim en yakın arkadaşım bu şey yüzünden bana çok kızgındı. Belki de hiç konuşmayacaktı bir daha benimle. Olanları eve gittiğimde anneme anlattığımı hatırlıyorum. Murat’ın annesiyle konuşacağını ve bizi barıştıracaklarını umut etmiştim olanları anlatırken. Fakat umduğum olmadı Murat tatil boyunca benimle küs kaldı.
Ve ilkokul birinci sınıfta yaşadığım bu anı, yıllar boyu peşimi bırakmayacak bir kök inanca dönüştü;
“Sakın herhangi bir konuda sevdiğin birinden daha başarılı olma yoksa o kişi bir daha seni asla sevmez ve onu kaybedersin.” Devamı haftaya..