RENKLER VE KARANLIK Vincent Van Gogh, tarihte resim denildiğinde ilk akla gelen sanatçılarından biridir. Arkasında azımsanmayacak bir eser koleksiyonu bırakmıştır.  Oysa bir çok insan onu kulağını kesen ressam olarak hatırlar. Hollanda’nın bir köyünde bir papazın oğlu olarak doğmuştur. Okul hayatını yarıda bırakmıştır. Köyünden ayrılıp, farklı bölgeler de yaşamını sürdürmüştür. Vincent Van Gogh, yirmiyedi yaşında ressam olmaya karar verir. Ve on yıl içinde, iki binden fazla yağlı boya tablo, sulu boya, çizim ve eskiz üretir. Sayıları otuz beşi geçen oto portresi vardır. Oldukça yaratıcı geçen sanat hayatına tezat olarak buhranlı geçen bir kişisel hayatı olmuştur. Kardeşi Theo’ya yıllar boyu  göndermiş olduğu mektuplar onun, zorlu geçen hayatına şahitlik etmemizi sağlar. Van Gogh psikolojik problemleriyle başa çıkamadığından ara ara  akıl hastanesine de yatmış fakat burdan da umut ettiği şifayı bulamamıştır. Sonunda kendi elleriyle hayatına son vermiştir. 1890'da, arkasında tuval üzerinde sekiz yüz elli civarında, kağıt üzerinde ise yaklaşık bin üçyüz eserden oluşan dev bir sanat mirası bırakarak toprağa verilmiştir. Yaptığı resimler ise hiç bir zaman yaşadığı bu ruh halini yansıtmaz. Aksine canlı ve iç açıcı renklerden oluşan turuncusu, sarı ve mavisi yoğun olan tabloları insanın içini ısıtır. Ve bu durum şunu düşündürür. İnsan halden hale çok hızlı geçiyor. İnsan yönetemediği duygularının esiri olabiliyor. İnsan bazı duygularıyla başa çıkamayıp beden sahipliğini yitirebiliyor. Çok ayrıntılı iş zorlu iş insanı anlamak, kendini tanımak. Yaratıcılığın insana çok iyi geldiğini düşünmüşümdür hep. Ama demek ki bu da yeterli gelmiyor çoğu zaman, içsel huzuru sağlamazsan başka şeyler tutunmanı sağlamıyor hayata. Van Gogh bana ilham verir, resimleri canlılık verir. Kıpırtı verir içime, neşe verir. Ama yüzünü hatırlamak hep hüzün verir… Tezat bazı şeyler. Tıpkı şu anda bıraktığı eserlerin el değmeyecek fiyatlarının onun yaşamına hiç dokunmamış olması gibi. Neden yaşıyoruz biz. Başarı için , başarmak için mi? Evet bir şeyleri mutlaka başarmalı. Birilerine dokunmalı. Bir iz bırakmalı. Bir işe yaramalı. Bir de mutlu ve huzurlu olmalı. Dışardan gelecek birileri tarafından verilecek bir şey olmadığını idrak ederek. Ulaşılacak bir nokta, hakedilecek bir mertebe olmadığını, zaten doğuştan hakkımız olduğunu bilerek. Bize şah damarımızdan yakın bir noktada hep bizimle beraber olduğunu, bir nefes kadar yakınımızda olduğunu bilerek. Mutluluk ve huzurdan mı bahsediyorum, evet. Yanıbaşında olan, her zaman olan ve hep var olacak olan. O’nun adı… “Yıldızlı Gece” tablosunu resmederken Van Gogh’da muhtemelen o huzurdaydı. Van Gogh’un hayatı Cemal’inden Celal’ine geçe geçe yaşandı. Kendi Celal’de kaldı. Bize ise Cemal’in fırçasıyla resmettiği harika eserlerini bıraktı. İyi bir düalite örneğiydi Vincent Van Gogh.  Renkleri ve karanlığı vardı. İçimizde cıvıl cıvıl renkleriyle, akıllarda ise karanlığıyla kaldı.