Hatıralarla Türk Musikisi (67)
Tanburi Cemil Bey (19)
1898 yazının son günleridir. Cemil Bey, Kanlıca, Göksu, Haliç, Çırağan çayırlıklarında düzenlenen tiyatro ve opera gösterilerini izlemeye yeniden devam eder. Cemil, tiyatro ve özellikle operayı bir ders gibi izler, notlar alır hatta melodilerin notalarını yazar. PEMBE Kız Operetini de seyreder, notlar alır.
Cemil Bey ile Mahmut Bey, bir gün, Rauf Yekta Bey ile karşılaşır. Türk ve Batı musikilerinin yapıları hakkında konuşurlar.
Cemil Bey; “Batı’dan alacağımız armoni kurallarının, şu haliyle ve olduğu gibi musikimize uygulanabilir yeterlikte olmadığı inancındayım” der.
Yekta Bey; “Musikimizin esasen var olan kendi öz armonisi analiz edilip tespit edilmelidir. Bir Hüseyni’yi (Türk Musikisinde bir makamdır) mevcut kurallara kesinlikle terk edemeyiz. Ondaki millî lezzeti, ancak millî ruhu bozmayacak kurallarla koruyabiliriz” der.
Bu arada Ali Rifat (Çağatay) Bey gelir. Cemil Bey’e hitaben; “Yazılarınızı Sabah Gazetesinde okuyorum, kovanlarınızı da dinliyorum. Dinlerken kendimden geçiyorum. Söylediğinizi yapıyorsunuz, açık bir anlatımla söylüyorsunuz.”
Yekta Bey; “Armoni konusunu konuşuyorduk. İlmî çözümü için önce musikimizin yapısını bilmemiz gereği üzerinde duruyorduk” der. Rifat Bey; “Elbette Yekta Bey. Lâkin, işin güzeli, Cemil Bey, armoniyi doğmatik olarak duyuyor ve tanburun tüm imkânlarını kullanarak duyurmaya çalışıyor. Esasen tabiatta da var olan bu yan sesleri, ya doğuştan hassas kulağa sahip olanlar ya da bu konuda kulağını eğitmiş olanlar duyabilir” diye cevap verir.
Cemil Bey merak ederek; “Rifat Beyefendi, merakımı mâruz görün. Bu yan sesler dediklerinize bir misal verir misiniz?”
Rifat Bey düşünür; “Size nasıl misal vereyim? Meselâ; kaba kaba çargâh (Türk Musikisinde en pest ‘kalın’ perde adıdır) sesini çıkarttığımızı varsayalım. Bu sesle birlikte, kendiliğinden oluşan yirmi ses tespit edilmiştir. Fakat bunların sadece doğurucu dediğimiz ana sese yakın beş tanesi, biraz önce sözünü ettiğimiz kulaklarca duyulur” der.
Cemil Bey; “ Biraraya gelip bu konuyu uygulamalı olarak inceleyebilsek” diye söylenir.
Rifat Bey; “İncelemek zorundayız Cemil Bey” diye cevap verir. Sonra Rifat Bey ile Rauf Yekta Bey gazeteye gitmek üzere ayrılırlar. Cemil Bey ile Mahmut Bey de Topkapı Tramvayına binerler.
Cemil Bey, 1899 yılının bir kış günü araba kiralayıp Nişantaşı’ndaki Mahmud Celaleddin Paşanın konağına gider. Üşümüş bir vaziyette içeri girer. Atıf Bey de yanındadır. Paşa, hasta yatağında yatmaktadır. Cemil’i görünce onu kendine çekip, alnından öper. “Haberi olsa da gelse diyordum. Kalpden kalbe yol vardır derler” der.
Bu arada doktor gelir. Vakit geç olunca misafirler giderler. Paşanın durumu gittikçe ağırlaşır.
Mahmud Celaleddin Paşa, 18 Ocak 1899 günü hayata veda eder ve Yahya Efendi Mezarlığına defnedilir.
Türk Musikisi bestekârlarından olan Mahmud Celaleddin Paşa, Devri Hindi (7/8) usulünü eserlerinde en çok kullananların başında gelir.
Cemil Bey, çok değerli bir bestekârı, vefalı, saygıdeğer büyüğünü ve yakın dostunu kaybetmenin üzüntüsü ile evine gider. Ama hayat devam etmektedir. DEVAM EDECEK
Kaynak: Ecz. Emin Akan: Tanburi Cemil Bey.
Dr. Nazmi Özalp: TÜRK MUSİKİSİ TAHİRİ 2. Cilt (TRT Yayını)
Yılmaz Öztuna: BÜYÜK TÜRK MUSİKİSİ ANSİKLOPEDİSİ - 1. Cilt: 1 (M.E.B.)
Nuri Özcan: İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ - 7. Cilt (T.D. Vakfı Yayını)
TÜRK ve DÜNYA ÜNLÜLERİ ANSİKLOPEDİSİ - 3. Cilt